Kemal ATALAR

Başkalarına Benzemek

Kemal ATALAR
  07-03-2025 16:07:00

Kişiler veya toplumlar, gerek ideolojileriyle, gerek felsefeleriyle, gerekse inançlarıyla kendileri olabilir ve tarih boyunca bu minval üzere devam ederek kendi geleceklerine yön verir, ebedileşirler.
Ya da başkaları olup tarihin çöplüğüne gitmekten kurtulamazlar.

Bu gerçeklik, gerek Orta Çağ’daki ilkel kabile yaşamlarında, gerekse klan veya şehir hayatında, bilahare devletleşme süreçlerinde hep aynı şekilde gözlemlenmiştir. Toplumlar, kendi kimlik, ideoloji ve inançlarıyla tarih sahnesinde varlıklarını korumuşlar ya da başkalarına imrenerek, korku, baskı, işkence ve katliam gibi uygulamalardan korunmak adına asıllarından uzaklaşmışlardır. Ancak, dilinin söylediğini kalbi ve vicdanı tasdik etmeden yaşamak bile, bireyin veya toplumun kendisi olarak kalmasını sonsuza kadar sağlayamaz.

Birkaç nesil sonra yozlaşma, çürüme ve başkalaşma başlar. Tıpkı 1450 yıldır ışık taifesi olan Alevilerin maruz kaldığı ekonomik, psikolojik ve devlet baskılarında olduğu gibi. Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti ve önceki İslami devletler döneminde; devlet kademelerindeki şeyhülislam fetvalarıyla (örneğin "katli vaciptir"), kafirlik, zındıklık, "ana-bacı tanımazlık" gibi iftiralarla, mahalle baskılarıyla Aleviler kendi özlerinden kopmaya zorlanmışlardır. Sonuç olarak bugün, "Biz kimiz, neyiz?" sorusuna sorgusuz sualsiz verilen yanıt: "Ali taraftarı, Alici, Ehlibeytçi" olmak şeklinde basitleştirilmiştir. Böylece Alevilik, İslam'ın Rafizi-Şii kanadı gibi görülmüş ve "kendim ettim, kendim buldum" anlayışıyla çocuklarımıza bile Aleviliğin gerçekliğini anlatamaz hale gelmişiz.

Neden mi?
Çünkü bu kadar gelişen teknolojiye, arkeolojiye, bilime ve felsefeye rağmen; 12, 15, 20 bin yıllık tarihleri aydınlatan belgeler, yazıtlar, heykeller, çanak-çömlekler, anıt mezarlar bulunmasına karşın; Ehlibeyt veya Hz. Ali ile ilgili Arap coğrafyasında, Şiiliğin merkezi İran ve Irak’ın Necef bölgesinde hiçbir arkeolojik kazıda kayda değer, elle tutulur bir belge, heykel, yazılı tablet veya anıt mezar bulunamamıştır. Sadece söylemsel ve hadislere dayalı anlatımlar vardır. Ancak yukarıda da değinildiği gibi, baskılar, katliamlar ve iftiralar nedeniyle Aleviliğin ışık taifesi olarak Hak, doğa ve felsefi bir inanç olduğu dile getirilmemiştir. Bugüne kadar da Alicilik ve Ehlibeytçilik, Alevilik olarak sunulmuş; hatta ilahiyatçı Mustafa Cemil Kılıç’ın "Kızılbaş İslamlığı, Kızılbaş Müslümanlığı" gibi tanımlamalarıyla, Aleviler dışında milyonlarca kişi haddini aşarak biz Alevilere ne olduğumuzu dikte etmiştir. Bunun sonucunda, Alevilik kendisine benzemekten ziyade, başkalarına benzeme ve korunma güdüsüyle hareket etmiş, özünü reddetme ve inkâr etme noktasına sürüklenmiştir.

Aleviliğin kendine özgü felsefesi, ideolojisi, hayata bakış açısı, inançsal yorumu ve ilime yaklaşımı; benzetildiği inançlarla ve felsefelerle taban tabana zıt olmasına rağmen, bu durum bile bile göz ardı edilmekte ve özümüz yok olup gitmeye devam etmektedir.

Bugün, gerek Türkiye’de gerekse Alevi halkının yaşadığı tüm coğrafyalarda, sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği istisnai panel ve sohbetler dışında, Cemevlerinin özüne uygun işlevselliğini yerine getirdiğini söylemek ne yazık ki mümkün değildir.

Neden mi?
Çünkü hangi dede, baba veya pir (istisna birkaç kişi hariç), cemevlerinde deyiş, duaz-ı imam ve mersiyelerin dışında (elbette bunlar da olmalı) ilim, bilim ve felsefe üzerine tartışmalar yürütüyor? Kaç yol önderi, genç nesillere karşılıklı soru sorma ve cevap alma hakkı tanıyor? Daha açık bir ifadeyle, kaç yol önderi bu konular hakkında kendini yeterli görüp yorum yapabiliyor, bilimsel bir perspektif sunabiliyor? Kaç kişi hurafeleri ve mitleri bir kenara bırakıp, Aleviliğin tarih boyunca geçirdiği evrimleri sebep-sonuç ilişkisi içinde analiz edebiliyor?

Asıl mesele, Alevi halkının eğitim, öğretim, muhakeme, toplumsal sorunlar ve rızalık makamlarının işlevselliğinin sağlanmasıdır. Cemevleri, bazı çevrelerin küçümseyici bir dille "cümbüş evi" olarak adlandırdığı mekanlar olmaktan çıkarılıp, birer bilim yuvası haline getirilmelidir. Gelecek nesillerimizi başkalarına benzemekten kurtarmak ve en azından akıllarında bir soru işareti bırakmak, sorumluluk sahibi, edepli, erkan bilen ve akl-ı kamil insanlar tarafından sağlanmalıdır.

Kendi özümüzü koruyabilmek için; Alevi olmayanların, hatta kendisini Alevi olarak tanımlasa bile özünü satanların ve gri pasaportlu dedelerin etkisinden kurtulmalıyız. Hurafelerin karanlığından çıkıp, ilmin ve irfanın ışığında ilerlemeliyiz.

Biz Alevileri, ilim ve irfan yoluna dönmek, başkalarının ne dediğini umursamadan kendi gerçekliğimize sahip çıkmak temize çıkaracaktır diye düşünüyorum.

Sürç-i lisan ettiysem affola. Aşk ile…

Kemal Atalar
Urfa / Kısas

  Bu yazı 323 defa okunmuştur.

  YORUMLAR 0 Yorum YORUM YAP

Bu Yazı'ya ilk yorum yapan siz olun.

  FACEBOOK YORUM

Yorum

  YAZARIN DİĞER YAZILARI

  BİZİ TAKİP EDİN

  • ÇOK OKUNANLAR

      SON YORUMLAR